22 Kasım 2009 Pazar

taksimdeki o zat. kim ki o?-2


efendim öncelikle ağır ağır gitmeyi hedeflediğimi bilmenizi isterim. olabilecekse hemen her şeyin olup bitmesini istemiyorum, yavaş yavaş gelişsin istiyorum olacak olan şeyler ama sabırsızlığım burda devreye giriyor işte. napayım, sabırsız biriyim azıcık...

efendiler, ben zaman kavramımı kaybettim, hani geçen sefer ki gibi şu zaman bu oldu bu zaman bu oldu demeyi çok isterdim ama mümkün değil. çünkü kafam karışık benim... yalnız bir önceki yazıya baktım da bir haftada neler neler yaşamışım, aklıma gelenlerin hepsi bu hafta olmuş, ne hoş:)

yine bakışmalarla geçen bir haftadan bahsetmek istiyorum sizlere. glaskas rumuzlu kişi yapmaması gereken şeyleri yapsa da her şey güzel gibi, öyle görmek istiyor ya da :) pazartesi günü kremayla birlikte kantinin orada beklerken kendini bilmez zat önlerinden geçer ve yanındaki arkadaşı varken öyle bi bakar ki sormayın. arkadaşıyla muhabbet ederken yine sırıtır ya neyse:))

sonraki gün yine kantinin orda beklerlerken o kişi önlerinden geçmiştir ve bu sefer kararlıdır glaskas. takip edecektir. krema'ya "fotokopide alınacak şeyler var" deyip aşağıya gider. tabii çocuk hemen önünde. neyse sınıfını da öğrenir, içi rahat eder. gerçekten rahat mı eder? hiç sanmam. boş kaldığı bütün vakitlerde aşağıya bakmaya çabalar, milleti o tarafa sürükler. tam bir karmaşa hakimdir yani.

neyse efendim, glaskas yapmaması gereken şeyleri yapar. ya da binevi yapması gereken şeyleri, kim bilebilir ki? cuma günü yine istemeye istemeye ancak kendine de engel olamadığından aşağıya iner, bahane tabii ki fotokopi. sınıfının önünden geçerken içeriye bakar ama göremez, fotokopiye şöyle bir kafasını uzatıp aynı yolu tekrar döner:) yine sınıfın önünden geçerken bakar ve yine göremez, artık umudunu yitirmiştir. kafasını önüne çevirirken yan sınıftan onun çıkışını görür, Allah büyük ya işte yine bakışmışlardır:))

günlerden cuma ya, görme ihtimali yoktur glaskas'a göre. sonuçta ders yok, bişey yok. aşağıda yemekhanede yemek yerken kendine engel olur, gelenleri göremeyeceği bir yere oturur, tek başına yemek yer. yemeği biter, artık kalkma vaktidir. güzelce kalkar, çantasını sırtına geçirir ve etrafı süzer o sırada, kim var kim yok hesabı. neden sonra aynı kafa yapısında biri çarpar gözüne ve çantayla birlikte gözler sabitlenmiş şekilde sandalyeye çöker. anlar ki onlarda kalkıyor, beklemeye koyulur. o sırada birilerini başından defetmeye çalışır, çocuğu asla kaçıramaz! neyse efendim, görür ki kalkıyor, yavaş yavaş o da hazırlanmaya başlar. o kadr yavaş hareket etmektedir ki glaskas, görseniz yürüyor değil de emekliyor sanırsınız.

günlerden cuma, bi sonraki hafta bayram, eve gitme ihtimali var çocuğun. yemekhane sırasında yanyana gelmiş, konuşulmadan olur mu? onca bakışmanın hatrına suratına sırıtıp "afiyet olsun" dedi, oysa o sırada "pardon, biz bi yerden tanışıyor muyuz?" demekle meşgul idi. tabii duyduğunu idrak etmek çok zor geldi glaskas'a, "efendim?" diyebildi yalnızca. "biz bir yerden tanışıyor muyuz?" diye tekrarladı çocuk sorusunu. bunca ısrarla sorulan bir soruya yumuşak bir cevap vermek olmazdı "hayır, tanışmıyoruz." dedi glaskas. çocuksa "her karşılaştığımızda tanışıyormuşuz gibi" dedi, "hayır, tanıştığımızı sanmıyorum, sanmıyorum değil, tanışmıyoruz" dedi glaskas. çok sert bir konuşma olduğunu düşünüp "tanışmıyoruz ama tanışabiliriz" dedi glaskas, sonra bir kaç saniye yanyana yürüdüler. "ben glaskas" dedi glaskas(tabii ki öyle söylemedim:)) "ben de ibrahim" dedi çocuk. eller sıkılı bir halde bi-iki saniye bakıştılar ve neden! sonra glaskas "oldu ozaman, görüşürüz daha sonra" dedi. kalbi deli gibi çarpmıyordu, neden ki? çocukla gülüşüp yollarını ayırdılar.

bu kadar atraksiyonu kaldıramayan glaskas lavoboya gitmek üzere kendini hazırladı. merdivenleri çıktı, sağa döndü ve karşılarında yine onları buldu. güzelce selam verip lavoboya girdi. uzunca süre lavoboda oyalanıp çıktıklarını düşünerekten kapıdan çıktı, az sonra yine onları gördü ama bu sefer çocuğun arkası dönük idi. glaskas kapıdan çıktı, kafasında binbir tilkiyle yoluna devam etti...

şimdiden sonra "ben"cil konuşuyorum. her ne kadar en başında kötü olarak algılasam da onun sözlerini, sonrasında ilk karşılaştığın insana söylenebilecek gayet mantıklı söz imiş gibi geldi. sonra yine değişti düşüncem, öyle olmaması ağır basıyor şuanda. hayır eşcinsel ya da biseksüel değilse neden bakar ki insan? bi olur iki olur, on beşinci sefer de bakmaz dimi?

karamsar bir havadayım şuanda blog, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. yarın pazartesi, okula gelecek mi bilmiyorm. gelecekse bile nasıl davranacağımı bilmiyorum, insanlarla hiç yotkan arkadaş olma taraftarıyım, öyle olmayabilir, beni sevmemiş olabilir ama umarım arkadaş olarak kalabiliriz... tanışmak da arkadaşlık adına atılan ilk adımdır değil mi?

evet ben kuran biriyim, hiçbir şey yaşanmadığı halde gördüğünüz üzere ne çok kuruyorum. şimdi size soruyorum, başınıza böyle bir olay gelse ne diye yorumlardınız, nasıl davranırdınız??

hayatta çeşit çeşit insan var...

öncelikle size taksim'deki zat'tan bahsetmek isterdim ama açım, daha kahvaltı bile etmedim o sebeplen onu sonraya saklıyorum. şimdiki yazzdıklarımsa son 10günde başıma gelen "ilginç" olaylar:D

öncelikle mecidiyeköyde yurduma yürümekteyim, şarkı tutturmuşum gidiyorum. ama benim belirli bir tarzım yoktur, ordan burdan şurdan, heryerden dinleyebilirim:)) neyse efendim arabesk günümdü sanırım, şarkıyı tam hatırlamasam da arabesk idi işte. "batsın bu dünya" tarzı bir şey işte:)) sesli sesli söylerken yanımdan iki adam geçecek idi, sesimi kıstım ama devam ediyorum hani. onlar duymuyorlar tabii. neyse onların da ağzında bir arabesk şarkı gidiyorlar, geçtik birbirimizi, arkamdayken biri diğerine "o rock söylüyor, biz arabesk, hayat böyle ağğbii" gibi bişeyler söyledi. tabii ben buna çok güldüm:D

ikincisi istasyonda oldu sayın blog okuyucuları. otobüsten indim, istasyona doğru yürümekteyim. gebze'de bu tip potansiyel insan çoktur, biri kaldırımda oturuyor diğeriyse ayakta etrafa bakınıyor. neyse gözleri ben gördü, ben yoluma devam ediyorum. kaldırımda oturan bakarken arkadaki fon müziği olarak: "alsak alsak bedavaya ne alsak, bonus-card. alsak alsak......" cingılını doğulu şiveyle söylüyordu. tabii ben buna da çok güldüm:D

üçüncüsü başımdan geçen bir şey değil ama eminim siz de gülersiniz:)) tuğba ekinci'nin son albümünün ilk 3 şarkısı sırayla şöyleymiş:
1-kondom
2-yoksa
3-vermem.
gel de gülme:D kadın daha ne desin? hah. çok komik ya, yolun ortasında gülünce garip karşılandık tabii ama buna da baya bi güldüm:D

dördüncüsü ise tuğba ekinci'nin ardından geldi. bülent ersoy'un da son albümünün adı ya da o albümdeki bir parçası da "dönmem bir daha" imiş. tuğba ekinci esprisinden sonra katıla katıla güldük yolun ortasında :D nerene dönüyorsun kadın? nereye kadar dönebilirsin hani?! :D

öyle işte efendim, bilmiyorum espri anlayışlarımız aynı mı ama ben bu dörtlüye o kadar güldüm ki anlatamam:D umarım güldürebilmişimdir bu pazar sabahında(?) :D yeni kalktım da, kusuruma bakmayın.. herkese hayırlı pazarlaar..:))

(dip not: eğer tuğba ekinci'nin vermem adlı şarkısını dinlemeyen varsa kaçırmasın derim. bence gayet hoş bir parça olmuş, sözlerine takılmadan dinleyin, altyapısı falan gayet hoş parçanın:)) )

15 Kasım 2009 Pazar

taksimdeki o zat. kim ki o?



evet blog, ben her sonbahar böyle olurum. bir aşk diye tuttururum ama etrafımda konuşabileceğim birini bulamadığımdan bu sene çok daha çetin geçiyor. peki bunda hayatıma dahil olmasını istediğim kişilerin payı yok mu? elbetteki var:) o olmasa başka birine sarabilirdim ama böylesi olamazdı tabii.

efenim öncelikle en başından başlayayım anlatmaya:) bir gün glaskas taksim meydanında arkadaşını beklemektedir ve canı sıkılmıştır. haliyle etrafındaki insanları kesmeye başlar ve yan tarafında aynı onun gibi, birini beklediği herhalinden belli olan birini görür. saçları hafif açılmış olsa da gençtir ve onca karizmatiktir de... kendinden kısa boyludur ama umursamaz bu durumu, boyun ne önemi var ki şu dünyada? neyse efendim, bir-iki bakış attıktan sonra çocuğun pas vermemesi üzerine kendini geriye çeker ve arkadaşını beklemeye devam eder. ne yapsın yani, o kdar bakmaya rağmen(abartı değil tabii ki, lütfen.) yine de bir tepki yoksa kimse kusura bakmasın, bakamaz hani.

tabii glaskas çocuğu çoktan unutmuştur, hetero olan birini, sadece bir kez gördüğü birini, neden hatırında tutsun ki? hah. işte o sebeple unutmuştur o da, ancak 30M'ye bindiği an o'nu görmüştür. daha önceden söylemiştim dimi unuttu diye? e hatırlamadı tabii önce, kimdi kimdi diye kendini yedi, nedendir sonra bir anda aklına geldi. bu taksimde baktığı çocuk değil midir? ama o gün bakmamıştır, şimdi mi bakacaktı sanki? demesine rağmen bi-iki bakış yine atar ancak umut olmadığını gördüğünde önüne döner, arkadaş ortamına dahil olur yeniden.

aradan uzuun zaman geçer ve bi bakar ki o da hazırlık fakültesinde bulunmakta. öncelikle şaşırır tabii glaskas, yanında krema ve gebze'den bir kimse vardır. hepisi aynı üniversiteyi kazanmıştırlar, onlarla sohbet ederken onun yanlarından geçmesine gülümser. ona mı ihtiyacı vardır sanki? hah. çocuk da bakmıştır ama, nedensiz bir biçimde...

gel zaman git zaman, uzun zaman görmediğim zat, geçen gün yemekhanede sıra beklerken karşısına çıkar ve deriin deriin bakar. sanki glaskas'ı gördüğüne şaşırmıştır o kişi, gözlerini ayırmadan bakar. glaskas ise arkada, sırada olan krema'ların yanına gitmektedir. çocuk arkasına dönüp bir kez daha bakar ama kaçamak bir bakıştır tabii bu, glaskas'ın yakaladığını görünce hemen arkadaşıyla sohbet etmeye devam eder ama gülerek tabii:)) onların yanında yemek yemeye ne kadar çabalasa da başaramaz tabii. her şeyde vardır bi hayır, böyle düşünür. neden sonra kremadan duyar ki çocuk onlar yer aranırken feci şekilde onları süzmüş. (benim arkadaşım pek çakaldır bu konularda:) )

ondan sonra görmediğim iki günlük ara bir uzun geldiki anlatamam dostlar. ben üçüncü kişi ağzından yazıyordum dimi? pardon:) neyse efendim, o zaman dilimi çok uzun gelmiştir glaskas'a. sabah krema'yla sınıfa çıkarkan bir de bakarlar ki önlerindedir. tabii ki takip etmeyi düşünürler ama vazgeçerler, çünkü çocuk alt kata inmiştir. olsun, bu da bir şeydir, yerini yurdunu bilmek glaskas'ı mutlu eder:))

yeniden iki gün geçmiştir ama glaskas alışmıştır bu büyük zaman dilimlerine. sonuçta 2900kişilik bir hazırlık binası, karşılaşamamak mümkündür. üniversiteye başladığından beri benimsediği yakın ancak 'homofobik' arkadaşını zorla alt kattan yürütmüştür, ancak sonuç negatiftir, aradığı kişiyi görememiştir. arkadaşı yemekhanede birine bakalım mı der, glaskas ise umutsuzca kabul eder. fakat yemekhanenin çıkış kapısından girerlerken(evet, çıkıştan girdik.) o'nu görür. ve o, öyle bakmıştır ki, öyle öyle bakmıştır kii... o derece bakmıştır yani. bunun üzerine glaskas ne yapar? tabii ki şapşal şapşal sırıtmaya başlar:)) başka ne gelir ki elden? yanındaki yakın ama 'homofobik' arkadaşının anlamsız bakışlarına maruz kalır ama bu önemli midir? tabii ki hayır. sonuçta onunla yine uzuun uzuun bakışabilmişlerdir, bundan daha büyük bir şey var mıdır? :))

şimdiyse pazartesi olup yeniden görebilmeyi beklemektedir glaskas, ptesi görebilecek midir bilinmez ama yine de ümitlidir bu konuda:) sonuçta ptesi günü 6saat dersleri vardır, bir zaman mutlaka görebilecektir.. ümit ya işte, naparsın:))

eğer bir gelişme olursa dostlar, glaskas mutlaka haberdar eder sizi:)) dua edin de olabilsin, olabilsin ki glaskas da mutlu olabilsin. şimdiden 'amin!' demek bir borç bilinir:))

(yazı epey uzun, farkındayım ancak umarım sıkmamışımdır sizi, bu olayı da paylaşmak istedim blög. kendine çok iyi bakasın e mi? umarım her şey güzel olur :)) )

13 Kasım 2009 Cuma

varlık içinde yokluk? yazık...

inanmazsın blog, artık internet ortamı çok sıkıyor beni. hani blogda olmasa yeminlen bir dakika duramam burada. hoş blogları da haftadan haftaya takip ettiğimden onca şeyi okumak da yormuyor değil. okuyabildiklerimi okuyorum:)

sanırım üniversitenin boşvermişliğine fazla kaptırdım kendimi, bugün "cumulative" snavımız vardı ve ben, saf ben, hasta ben, geç kalkıp, sınava da geç kalıp listening bölümünü kaçırdım. gitti mi sana 15puan. zaten hastayım, bence domız gribiyim ama feci üşütmüş de olabilirim, perş gecesi hiçbir şey yapamadım, haliyle sınav kötü geçti. peki buna üzüldüm mü? tabii hayır, niye üzüleyim ki çalışmadığım bir şeye? sonuçta çalışmamışım, yüksek almayı kim bekleyebilir ki?!

blog, çok canım sıkılıyor. emesen'i açmak bile istemiyorum, istiyorum ki böyle herkesle muhabbet etmeden birileriyle muhabbet edeyim. istiyorum ki problemlerimi dinleyebilecek birileri olsun ama beni anlayabilsin de. istiyorum ki uzaktaki dostlarımla küs olmayayım, kırgınlık olmasın aramızda. tribi ben attığım için bir şey yapamıyorum ama yapmam gereken bu mu, olması gereken bu mu onu bilmiyorum işte.. çok özledim hepinizi laan gerçek dostlarım!!

öyle ki varlık içinde yokluktayım şuanda, bir çok arkadaşım varken yanımda, hiçbiriyle bir bağım yokmuş gibi hissediyorum.. onları özlüyorum ama, düşün yanımdaki insanları özlüyorum, yine de bir şey yapmıyorum. sorun bende, biliyorum ama istemiyorum da. yalnız kalmak istiyorum, yapayalnız...

öyle büyük çelişkilerdeyim ki anlatamam sana blog, bir sonraki yazım şenşakrak olabilir, sakın şaşırma buna. çünkü sana almayı düşündüğüm converse'yi, taksim meydanında gördüğüm çocuğu, musıkide yarın dersim olmasına rağmen annemin yanına gelmemi anlatabilirim... bunlar beni mutlu eden şeyler ama çok büyük yalnızlık içerisindeyim. düşün annem yan odada, gidip sarılmak istiyorum ama dizi izliyor, ya dizisini bölersem, buna sebep olmamalıyım deyip yalnızlığa itiyorum kendimi. psikolojik sorunlarım olduğunu hep söylemişimdir, iyi bir psikoloğa gitmeyi de hep düşünmüşümdür ama korkarım ben. kendimle yüzleşmekten değil, bir başkasının bana beni göstermesinden korkarım, cahilce hemde.

bir gün sana cıvıl cıvıl yazılar da yazacağım, inan buna. ancak o gün bugün değil, hele bu yazı hiç değil. kendine çok iyi bak blog. sevgiyle kal...