27 Aralık 2009 Pazar

taksimdeki o zat. o artık benim zat'ım.

arkadaşlar yeni yeni haberlerim var size ama öncelikle normal haberlerimden bahsedeyim:)

öncelikle yılbaşında fasıldayız ve o da gelip şereflendiriyor bizi:) gizem geldi istanbul'a, güldük eğlendik, kahvaltı ettik, donumuza kadar ıslandık.. bi haftasonra gelseydi o'nla tanışabilirdi ama kısmet işte, daha sonra da tanışabilirler:)) 23ündeki viyolonsel koneri müthiş geçti, ayrıntıları zaten aşağıda paylaşacağım:) fransızca sınavımı kopyayla halledip ingilizce sınavımı da orta halli geçirdim. hayatım şimdilik bu yönde, diğer kısmınaysa artık geçebilirim sanırım:))

öncelikle efendim, artık umudu kestiğim taksimdeki zat ile salı günü jeon sırasında karşılaştık, gerçekten film gibi bi öykümüz var.. arkadaşlar jeton alacaklardı ve bende olmasına rağmen ben de indim onlarla, yan tarafta duruyordum, sonra o'nu gördüm, selamlaşır gider diye kafamı öne eğdim, sonra kaldırdım selam vermek için ama benm yanıma geliyordu, yanındaki insanla birlikte.. epey bi sohbet ettik, hayatın nasıl olduğundan bahsettik, sınavlara çalışmadığımızdan falan ve uzun zamandır görüşemediğimizden.. "hep buralardayım" dedi, ben de aynı şeyi söyledik ve gülüştük.. yukarı doğru çıkarken merak ettiğim soruları sordum, yurtta kalıyormuş mecidiyeköyde(aynı semtteyiz yani:), yurtlarının giriş saati 8buçuk olduğundan "biliyorsun benim tarzım değil ama olsun" dedi, o an şaşırdım işte:) genetik bölümünde okuyormuş, izmirliymiş.. epeyce konuştuk ama yanındaki sınıf arkadaşı sadece bizi dinledi, arada güldü eğlenceli bir sohbetti yani:)) sonra tam ben bişeyden bahsediyorum, "gözünde leke var" dedi aniden. durdum, kalakaldım, sonra baktım onda da var "ee sende de var" dedim. yanındaki arkadaşını gülme aldı, "napıyorsunuz ya siz" dedi ama bunu derken nasıl gülüyor bize:D biz de güldük tabii, sonra ben bakış attım o'na, "neyse artık kaçayım ben" dedim, o sırada arkadaşı "saçlarında da epey beyaz varmış" dedi gülerek, ben de "ne var bunda seninde kirpiklerin uzun:D" dedim ve yanlarından ayrıldım, güzel bir gündü hani..

çarşamba günü yine jeton sırasındaydım ama sıranın bana gelmesine rağmen jeton almamakta ısrar ediyodum, belki görürüm diye.. o sırada bu sefer tek başına kapıdan çıktı, doğruca yanıma geldi, neler yaptığımızdan bahsettik, hayatın nasıl geçtiğinden.. neden sonra o akşam konser olduğunu hatırladım, elimde de bi bilet fazlam vardı, "bu gece işin var mı" diye sordum, "yok" dedi, "akşama konser var da gelmek ister misin" dedim, "gelirim tabii, kaçta?"diye sordu, "8de başlıyor, yurttan izin alabilecek misin?" dedim, "alırım sorun olmaz" dedi, telefonlarımızı alıştık, akşam 7gibi taksimde buluşma kararı aldık. sonraki konuşmalarımızda duydum ki telefon numaramı yazarken önce eli titremiş sonrasında da titreme ayaklarına kadar inmiş:))

akşam biraz bekletmelerden sonra buluşabildik, onu denizle tanıştırdım, deniz her ne kadar buluşmadan önce "yanında çok konuşmayacağım, seni rencide etmeyeceğim" dese de o'nu gördüğü gibi konuşmaya başladı:D tanıştırdım işte çocukluk arkadaşım deniz dedim, "biz 7.sınıftan beri birlikteyiz, onun annesiyle benm babam ilkokuldan arkadaş, babam dayısının kankası" gibi olmadık şeyler zırvaladı ve inanır mısınız 15 dakika boyunca istiklalde aynı hızda konuştu:D ben güldükçe güldüm ama nasıl gülmek! bırak da biz konuşalım dimi deniz, ama yook izin vermedi bile:D yavrum ya!

neyse alper'in de gelmesiyle konser salonuna girdik, o hemen yanımda oturuyordu. itiraf etmeliyim sadece viyolonsel çekilmiyor, elbette müthiş sesi var ve ramon jaffé de çok iyi bir sanatçı ama bir yere kadar. senfoni konserini her şekilde tercih ederim hani:D adam viyolonselle flamengo çaldı ya, orda koptum zaten hayattan. bana ispanyollarla bağlantılı her ne derseniz deyin size hayran olurum o an:D konser bitti yemek yemeğe gittik 'yemek kulübü'ne, ardına metroyla mecidiyeköye gittik ve o an başbaşa kaldık. denizlerden metroda ayrılırken o yanımdaydı ve öyle bir durumdu ki sanki birlikte evimize gidiyorduk, bunu ona da söyledim o an, "bizim evimiz dimi?" dedi, evet dedim, güldü eşşek:) sonra ilk ne zaman birbirimizi farkettiğimizden bahsettik, o okulda gördüğünü sanıyormuş, dedim "o öyle değiil, istiklaldeki günü asla unutamam!" ona daha da geçmişinden bahsettim, o gün izmirden geldiği için ağladığı bir günmüş, özel bir gün yani. son olarak "seninle yanyana yürümek güzel" dedi, "yanında olmak güzel" dedim sonra ayrılık vakti geldi ve sıkıca sarılıp ayrıldık..

perşembe günü de birlikteydik aslında, sabahtan görüştük, konuştuk, akşamı kütüphanede ders çalıştık ama erken kalkmak zorundaydık, malum yurda giriş saati çok erken.. cuma günü film gösterimi vardı, birlikte katıldık. omzumda uyudu bütün gece, ben de onun kafasında :)) ilk kez elele tutuştuk, herkesin içinde öyle şeyleri yapmak çok heyecanlıymış gerçekten:))

siz insanları bilgilendirmek istedim, güzel bir birlikteliğim var sanırım.. bu zamana kadar yanımda olan herkese teşekkürler, şuan şaka gibi geliyor bana, hayallerimi yaşıyorum çünkü. hayallerimdeki birlikteliği.. Allah nazarlardan saklasın da bişey olmasın hani:)) şimdi kaçmam gerek canlar, mutlaka yazacağım yeniden ama bu akşam görüşebilmem için gitmem gerek şuan:D haydi kendinize çok iyi bakınız! seviyorum hepinizi..:))

14 Aralık 2009 Pazartesi

kendi içinde düşünen insan yumağı.

hayatımda radikal değişikliklerin zamanı geldi gibi, ne bileyim anlamadım ama şuan bu kararı aldım kendi kendime.. yazmayı planladığım o kadar çok şey var ki hangisiyle başlasam bilmem.

öncelikle yakın zamanda açıkladığım birisinin de biseksüel olduğunu öğrendim, kendisi bir bayan. ne olur sormayın kim diye, kendisi bilinmek istemez bence. hiç beklemediğim birinin öyle çıkması hem şaşırttıhem de geçen gün biseksüel'e söylediğim gibi insanlardan korkmaya gerek olmadığını bir kere daha kanıtladı, çok mutlu oldum kendisinin iç yüzünü gördüğüme.:))

yılbaşında fasıl yapma hesabımız var, bilmiyorum tutar mı ama gayet karmaşık bi grup olucaz, eğlenilir bence ama, aması var işte. bilmiyorum, güzel olur umarım...

ayrıca domuz gribi vak'asıyla karşı karşıyayım sanırım, dün eve geldim bugün okula gitmedim yarınıysa Allah bilir artık. öksürüyorum, halsizlik had saffada ve bir kaç belirti daha mevcut, ancak ateşim yok, o sebeplen domuz gribi değilimdir ama bilemiyorum da... 55saatlik devamsızlık hakkımın 12sini şu iki günde kullanıyorum ya ona yanıyorum şuanda, bu akşam yurda gitsem mi ya? bilemiyorum ki hiç. öff, içim kararıyor ama iştee...

buldum! evde fazla kaldım ben, dün evdeydim bugün de burdayım, bastı bana kapalı mekan! iyi oldu bunları keşfetmem ya, ohh.

bu haftasonu gizem geliyor istanbul'a, her ne kadar öküzlük yapmış olsam da gelmesine mutlu oluyorum lan. bir hafta sonrasında gelmesini tercih etsem de bunu henüz ona söylemedim tabii:)

23ünde viyolonsel konserine gidicem, 24ünde fransızca finalim var, 25inde cumulative sınavım var. Allah'ım! önüm çok kapalı sanırım, karamsarım bu bakımdan. ayrıca yurtta da çok suskunum, kafam karışık çünkü. kendimle çelişiyorum, feci durumdayım. sebebi de tıpta okuyan eski sevgilimin eşcinselliği psikolojik bir şey olduğuna inanması. bana "ahh, ben seni çok üzdüm dimiiğğ?" dedi ya, nasıl bir bakış açısı olduğunu o an anladım, yazık dedim, söylediğim için de sanırım kendime kızdım.

radikal değişikliklerse rahatlamak istiyorum artık, "homofobik" arkadaşıma en geçen gün sinirim artıyor, bir insanın hayatında her daim cinsel şeyler olmamalı, her espride onu anlamamalı, iğrenç bir şey olduğunda da "ibne, gay" sıfatlarını yapıştırmamalı. ümraniye gibi biyerde yetişen biri için aslında normal olsa gerek, ne bileyim ben de gayet kapalı bir yerden çıktım ama izole yaşadığımı düşünüyorum. ha, türk kültürünü hala daha üstümde hissediyorum, baskı kurmuyor değil, yer yer "eşcinsel olmasaydım ... olurdu" demiyor değilim, her şey gelebilir o boşluğa. sanırım hala daha kendimi kabullenemedim, kabullenememek de değil aslında, çevrenin öğrenmesi sonucunda oluşacak tepkilerden korkuyorum, hala daha bunlarla boğuşuyorum, ne acı.

kendimi aşmak istiyorum dedim ya, bakıyorum değişmişim gerçekten. kapitalist sisteme kötü bakan ben, geçen gün istiklal'de starbucks'tan kahve alıp yürüdüm, tek istediğim kendimi aşmak idi. çünkü her gördüğümde ıyy gözüyle bakıyordum, Allah'ın cezaları diyodum. ne alaka dimi? kendime bu yüzden sinirlenip al ve yürü dedim ki yaptım da bunu. sırf üstün olmadığımı ya da onların üstün olmadığını kendime ispat etmek için, kalıplarımdan kurtulabilmek için yaptım.

2hafta önce de metroda osmanla birlikte oturduk, herkesin ayakla bastığı yere çömeldik, bağdaş kurduk ve oturduk. bunu da aşabilmek için yaptık, ne diye sınırlıyoruz ki kendimizi? sokakta sarhoş olmadan da bağıra bağıra şarkı söyleyebilir bence insan, sınır koymamalı kendisine. başkalarını rahatsız etmemeli tabii ama çok da kısmamalı yahu, gülmek istiyorsa gülmeli. nedir yani?

sömest tatilimiz 22gün falanmış, kendimi aşabilmek için o sıralar kafe pi'de çalışmayı planlıyorum, kendime güvenebilir miyim bilmem ama yapmak istiyorum bunu. çalışmak istiyorum, çalışabileceğimi kendime ispatlamak istiyorum...

6 Aralık 2009 Pazar

mim'lendim.

mimlenmişim ey ahali. gariptir ama bu böyle, her ne kadr saklamam gereken şeyler olsa da biraz size kendimden bahsedesim var. ondan yanıtlıyorum sanırım bu mim'i ;)

Gerçek ismin ne?
Glaskas:)
Kaçlısın? Nerde doğdun?
1990 Fatih
Kaç kişilik bi ailesiniz?Kardeş durumları ne?
5. 3 erkek kardeşiz.
Hangi şehirde yaşıyorsun?
İstanbul ve Kocaeli

Nerelisin?
Baba tarafım selanik göçmeni, anne tarafımsa yarı arnavut yarı edremitli. kırma bişeyi yani:)

Nerde ne okuyorsun? Kaçıncı sınıfsın? Yada ne iş yapmaktasın?
Hazırlık öğrencisiyim, saçma sapan olan ingilizceyle zaman öldürüyorum işte..
Bi lakabın var mı?
Bilmem, yoktur herhalde. ya da var, var. Parazit var, glaskas ve kapasitesi hali var. Ne bileyim daha da aklıma gelmiyor..

Kariyer ve izdivaç planın ne?
Yönetici olmak temel hedef. daha önümde beş sene olduğundan ne olur ne biter bilinmez ama şimdilik durum bu gibi.
İzdivaç ise mümkün değil maalesef, güzel bi birliktelik her zamanki gibi genel talep tabii ki.

İlişki
n var mı? Ne tarz bi ilişki? Nereye doğru gidiyor? Neyinden memnunsun neyinden değilsin?
:D İlişkim olmadığı için onca sorudan yırttım, ne mutlu bana!
Hangi ünlü sevgilin olsun isterdin?
Mimleyen insanın etkisiyle teoman diyesim var ama okan bayülgen'de pek feci bence.
Kaç sevgilin oldu?
Hangi anlamda sevgili ama? Kendimi bulma çabalarımda iki kız arkadaşım oldu, bugüne kadar da sanırım sadece bir tane erkek arkadaşım oldu, o da uzaktan uzağa...
En çok hangisini sevdin? Aşık mıydın?
İlk kız arkadaşımı hala severim, görüşüyoruz ama sevgi de bir yere kadar işte. Aşık mıydım? Değildim sanırım ya.
Kendin için neler yapıyorsun?
Musıkiye gidiyorum, fransızca öğreniyorum, kulübün kişisel gelişim seminerlerini takip etmeye çalışıyorum, ispanyolcaya başlama hedefim var. Onun dışında bolca yiyorum, paramın hepsini oraya harcıyorum. Bir arada kendim için ingilizce öğrenmeye başlasam iyi olacak ama neyse.
Hadi bi hayalini paylaş?
İspanya'ya erasmus'la gitmek. Neden taktım bu kadar İspanya'ya bilmiyorum ama feci derecede istediğim kesin! :))
En son ne zaman neden ağladın?
Hatırlamıyorum desem? Ağlama özürlü biri olarak seneler seneler geçmiştir.. yaklaşık 2 sene önce sanırım, ananem vefat ettiğinde.
En son ne zaman ne yalan söyledin?
Yalan mı bilmem ama annemden djarum içtiğimi sakladım. montumun cebini karıştırıyordu, aldım odaya koydum. Ne saklıyorsun dedi, hiiç yurda gittim gideli çok değiştim anne ben, artık düzenliyim deyip yırttım işin içinden.
Bana bunu sakın yapmayın dediğin birşey?
Bana asla aferin demeyin! ASLA! İnsanların bilmemesine binebze tahammül edebiliyorum ama ağzına "afferim yavvrum!" lafını yapıştırandan tiksiniyorum. Çiklet çiğnermişcesine her daim sarfedenler var, uzak olsunlar benden.
Sıklıkla kullandığın sözler?
Öyle işte, hacı, bebeyim, yawrucum, evet evet, aynen aynen, öyle yani.
Ne okumaktasın?
Jean Christope Grange-Leyleklerin Uçuşu
Ne okuyalım bize ne tavsiye edersin?
Elif Şafak'ı cidden severim, Baba ve Piç, Aşk gayet hoştur.
Sabahattin Ali'yi övenle çok karşılaştım, ben denedim siz de deneyin:)

En son kime neden kızdın?
Kendime kızdım, 23 ARalık Çarşamba günkü viyolonsel biletlerimi kaybettiğim için.
En sevdiğin beş şarkı?
Şu aralar dinlediğim:
Notre Dame de Paris'in şarkısı olan "Belle", Enbe orkestrası yorumuyla.
Şebnem ferah her daim zaten. Sadece o bile 15 şarkıyı geçer.
Teoman-Gönülçelen. Aslında Teoman'ı da sayarsam bitiremem ama "Mavi kuş ve küçük kız"ı unutamazdım.
Sezen Aksu-Kırık Vals.
Malt-Gol! :))
Grup isimleri say bize hadi.Her ergen gibi :)
Malt, Kurban, Mor ve Ötesi, Gripin, Yüksek Sadakat. (sonu yalnızca ergen gibiydi, her ergen gibi yaptım, daha komik oldu bence:D)
Yiyecek birşeyler say sevdiğin?
Pizza, Big Mc, lahmacun, çiğ köfte, künefe, sıcak çikolata, piliç pesto(mm cidden özledim big burger'i!) veee vaağğfıııll!!
İçecek birşeyler say sevdiğin?
Hiçbir şey güzel bir demleme çayın yerini tutamaz. ice tea mango, şeftali suyu, yeni yeni kahve alışkanlığı..
Kimler olmadan olmaz?
Gizem, öznur, deniz, nesrin, osman ve bittabii aile bireylerim.
Şimdi sadece onun anlayacağı bi şekilde birisine seslen!
Kim anlayacak onu anlamadım ki ben:) neyse.

Şebnem ferah- iyi kötü
biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var
biriyle fena halde dertleşmeye
evimde ne sıcak bir tabak yemeğim var
ne de televizyonun sesinden başka ses

ama içimde bi' yerlerde sabır taşı gizli sanki
doğduğum günden bugüne orda duruyor
sessiz bir kaya düşün deniz kıyısında yalnız
dalgalara göğüs gerip soğuktan üşüyor

ne ahlak ne de sevgi gökten dünyaya indi
insanlık istedi keşfetti hepsini
dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali
içimizde hem kötü var hem iyi

hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine

ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım

"senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak?"
diye soran hazırcı tembel sen misin?
böyle yaşlanmak olmaz seninki eskimek, çökmek
ruhu küskün bomboş bir bedensin

kelimeler yetse daha neler neler buldum
elimle koymuş gibi huzurluyum
geniş ve loş bir yer istersen sen de bir uğra
doğru yanlış iyi kötü herkes orda

hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine

ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım.

http://www.youtube.com/watch?v=KkwbMy2WeVg

Şebnem Ferah'tan şahane bir canlı performans sizinle buluşsun. Video olarak eklemeyi beceremedim ama mazur görünüz efendim:)

Mim'lediklerimse: serkan, agin, coach bear, noneless, gümüşdiken, biseksüel(içeriğe uygun değil ama merak işte:) ) , wakan tanka ve bilimum ahali. kendinden bahsetmek isteyen herkes mim'lidir:))

Not: mim'lenen kişiler yapmak zorunda değiller elbetteki, kendi tercihleri:)

neler oluyor hayatta?

biliyorum biliyorum. çok ihmal ettim blogumu ama sanmayın ki insanların blogunu incelemiyorum, ayıpsınız ya, kaçar mı:D her daim takipteyim evel-allah:))

öncelikle merak edilen sorunun cevabını vereyim: taksimdeki zat'ta olumlu bir gelişme mevcut değil. olumsuz denebilecek şey ise benden kaynaklı, belirsizliği kaldıramayan benim bünyem bu gibi durumlarda çok sıkılıp sanki yılların yorgunluğu varmış gibi bütün hepsini üstünden atmaya çabalar ve başarır da. şerefsiz(bence güzel bir sıfattır kendisi :)) ) çok sevimli olsa da unutulmaya yüz tuttu. olaylardan bahsedeyim o vakit:

öncelikle her karşılaştığımızda selamlaşıyoruz, arkadaş vasıtasıyla tanışmış iki arkadaş gibi. yalnızca adlarımız var çünkü, durdurup ne konuşabilirim ki pardon? hem zaten arkadaş çevresi mevcut kendisinin, onlarsız asla dışarı çıkmıyo, asla yemek yemiyor.. haliyle sohbet edilecek bir ortam da oluşmuyor. onun dışında sınıflarında hoşlandığı bir kız da mevcut sanırım, onunla konuşurken sürekli gülüyor, gözlerinin gülmesinden bahsetmiyorum bile...

peki ben bu durumda karalar bağlayıp "ah ben kafamı nerelere nerelere vuraaağm?!" mı diyorum? tabii ki hayır. farkettim ki bi şekilde ona göre giyiniyormuşum ben, karşılaştığımızda neyi sevdiyse onu giymeye özen gösteriyormuşum.. ne gerek var? kendi olmalı önce insan. ben de öncelikle bu özelliğimi geri kazanmaya çabalıyorum, bir başkası için yaşamak ne kadar saçma.

sonra artık şunu farkettim ki gözlerle iletişimi kestik. ben onun ayakkabılarına, üstüne başına dikkat ediyorum, oysa saçlarımdaki beyazlara bakıyor. karşılaştık yine, yürüyordum yanından geçmeden selam verdim, karşılığını aldım ve haliyle devam ediyorum yürümeye. bir baktım gözleri kafamda geziniyo, hayır saçımda beyaz olabilir, yeni kestirdiğim için şekil de almıyo olabilirler ama bu kadar da insanın yüzüne vurulmaz ki ama. umurum olmaz. dapdağınık saçla gidiyorum okula, taramıyorum bile.. hoş hiç taramam ya neyse, dalgalı saç taranırsa daha da kabarıyor bence..:)

yani dostlar böyle işte, aşk cephesinde durumum bu. ha bu kadar değil aslına bakarsanız. geçen otobüste musıkiden dönüyorum, bi çocuk gördüm etrafını kesiyor. kızına da bakıyo erkeğine de. neyse göz hapsine aldım, yer yer kesişti gözlerimiz. sonrasında ikimizde cevahirde inmek için hamle yaptık, bi o bana baktı bi ben ona. sonra yanyana indik, biri arkada kalınca diğeri onu bekledi, birlikte karşıya geçtik ama aramızda hiç konuşma geçmeden oldu bunlar. neden sonra aklıma esti, hızlandım cevahir'e girmek için, gelirse peşimden ne ala diyerekten. artistlik ya, naparsın işte. neyse efendim, gelmedi haliyle. arkama baktığımda 'bozuk' gözlerimle onunda benden yana olduğunu, bana baktığını gördüm ya da gördüğümü sandım ama artık geçmiş ola. okadar elektriklenme olsun, sen hiç konuşmadan, iki muhabbet etmeden hızlan. olacak iş değil, çok kızdım kendime çok!

sonra düşünüyorum da son 2haftada 3kişiye açıkladım gerçek kimliğimi. biri şaka esnasında oldu, inanmadı haliyle, kabullendi tabii sonra. diğeri burger'da yemek yerken direk söylememe şaşırıp kaldı, Allah'tan bu gibi şeylere açık biridir de "çak!" dedi elini havaya kaldırıp, ardına da "kimse böyle bişey dememiştir, şaşır istedim" dedi. manyak ya 'zge. sonuncusu da çocukluktan ablam, aramızda 2yaş olmasına rağmen alışkanlıktan abla diyorum hala. sevgili bulma konusunda çok üstüme geldi, "anca eşcinsel olsam kurtulabilirim sanırım" deyip sırıttım:D yarım saat falan söyleyemedim, o sırada titreyip durdum. ardına söylüyorum artık deyip söyledim, anında kabullendi. hatta çok doğal olduğunu kendi çocuğunda öyle olabileceğinden falan bahsetti. ben bile baba olursam eğer çocuğumun eşcinsel olmasını istemezken onun o derece açık fikirli olması garibime gitti, sevindim de böyle insanlarla arkadaş olduğum için:)

öyle yani blog, kahve'yi bugün iyi bi azarlasam da sanırım mutluyum hayatımdan. bilemiyorum nasıl ilerler bundan sonra ama kısmet be hacı:D şimdilik öpüldünüz kuzular, hayatınızda iyi olarak ne diliyorsanız onun olması dileğiyle... esen kalınız efendim.

saat: 3.37
yer: baba ocağı
bilgisayar: emektar masaüstü
yarın kalkış: 10 gibi
de hayde o zaman iyi geceleer!!

22 Kasım 2009 Pazar

taksimdeki o zat. kim ki o?-2


efendim öncelikle ağır ağır gitmeyi hedeflediğimi bilmenizi isterim. olabilecekse hemen her şeyin olup bitmesini istemiyorum, yavaş yavaş gelişsin istiyorum olacak olan şeyler ama sabırsızlığım burda devreye giriyor işte. napayım, sabırsız biriyim azıcık...

efendiler, ben zaman kavramımı kaybettim, hani geçen sefer ki gibi şu zaman bu oldu bu zaman bu oldu demeyi çok isterdim ama mümkün değil. çünkü kafam karışık benim... yalnız bir önceki yazıya baktım da bir haftada neler neler yaşamışım, aklıma gelenlerin hepsi bu hafta olmuş, ne hoş:)

yine bakışmalarla geçen bir haftadan bahsetmek istiyorum sizlere. glaskas rumuzlu kişi yapmaması gereken şeyleri yapsa da her şey güzel gibi, öyle görmek istiyor ya da :) pazartesi günü kremayla birlikte kantinin orada beklerken kendini bilmez zat önlerinden geçer ve yanındaki arkadaşı varken öyle bi bakar ki sormayın. arkadaşıyla muhabbet ederken yine sırıtır ya neyse:))

sonraki gün yine kantinin orda beklerlerken o kişi önlerinden geçmiştir ve bu sefer kararlıdır glaskas. takip edecektir. krema'ya "fotokopide alınacak şeyler var" deyip aşağıya gider. tabii çocuk hemen önünde. neyse sınıfını da öğrenir, içi rahat eder. gerçekten rahat mı eder? hiç sanmam. boş kaldığı bütün vakitlerde aşağıya bakmaya çabalar, milleti o tarafa sürükler. tam bir karmaşa hakimdir yani.

neyse efendim, glaskas yapmaması gereken şeyleri yapar. ya da binevi yapması gereken şeyleri, kim bilebilir ki? cuma günü yine istemeye istemeye ancak kendine de engel olamadığından aşağıya iner, bahane tabii ki fotokopi. sınıfının önünden geçerken içeriye bakar ama göremez, fotokopiye şöyle bir kafasını uzatıp aynı yolu tekrar döner:) yine sınıfın önünden geçerken bakar ve yine göremez, artık umudunu yitirmiştir. kafasını önüne çevirirken yan sınıftan onun çıkışını görür, Allah büyük ya işte yine bakışmışlardır:))

günlerden cuma ya, görme ihtimali yoktur glaskas'a göre. sonuçta ders yok, bişey yok. aşağıda yemekhanede yemek yerken kendine engel olur, gelenleri göremeyeceği bir yere oturur, tek başına yemek yer. yemeği biter, artık kalkma vaktidir. güzelce kalkar, çantasını sırtına geçirir ve etrafı süzer o sırada, kim var kim yok hesabı. neden sonra aynı kafa yapısında biri çarpar gözüne ve çantayla birlikte gözler sabitlenmiş şekilde sandalyeye çöker. anlar ki onlarda kalkıyor, beklemeye koyulur. o sırada birilerini başından defetmeye çalışır, çocuğu asla kaçıramaz! neyse efendim, görür ki kalkıyor, yavaş yavaş o da hazırlanmaya başlar. o kadr yavaş hareket etmektedir ki glaskas, görseniz yürüyor değil de emekliyor sanırsınız.

günlerden cuma, bi sonraki hafta bayram, eve gitme ihtimali var çocuğun. yemekhane sırasında yanyana gelmiş, konuşulmadan olur mu? onca bakışmanın hatrına suratına sırıtıp "afiyet olsun" dedi, oysa o sırada "pardon, biz bi yerden tanışıyor muyuz?" demekle meşgul idi. tabii duyduğunu idrak etmek çok zor geldi glaskas'a, "efendim?" diyebildi yalnızca. "biz bir yerden tanışıyor muyuz?" diye tekrarladı çocuk sorusunu. bunca ısrarla sorulan bir soruya yumuşak bir cevap vermek olmazdı "hayır, tanışmıyoruz." dedi glaskas. çocuksa "her karşılaştığımızda tanışıyormuşuz gibi" dedi, "hayır, tanıştığımızı sanmıyorum, sanmıyorum değil, tanışmıyoruz" dedi glaskas. çok sert bir konuşma olduğunu düşünüp "tanışmıyoruz ama tanışabiliriz" dedi glaskas, sonra bir kaç saniye yanyana yürüdüler. "ben glaskas" dedi glaskas(tabii ki öyle söylemedim:)) "ben de ibrahim" dedi çocuk. eller sıkılı bir halde bi-iki saniye bakıştılar ve neden! sonra glaskas "oldu ozaman, görüşürüz daha sonra" dedi. kalbi deli gibi çarpmıyordu, neden ki? çocukla gülüşüp yollarını ayırdılar.

bu kadar atraksiyonu kaldıramayan glaskas lavoboya gitmek üzere kendini hazırladı. merdivenleri çıktı, sağa döndü ve karşılarında yine onları buldu. güzelce selam verip lavoboya girdi. uzunca süre lavoboda oyalanıp çıktıklarını düşünerekten kapıdan çıktı, az sonra yine onları gördü ama bu sefer çocuğun arkası dönük idi. glaskas kapıdan çıktı, kafasında binbir tilkiyle yoluna devam etti...

şimdiden sonra "ben"cil konuşuyorum. her ne kadar en başında kötü olarak algılasam da onun sözlerini, sonrasında ilk karşılaştığın insana söylenebilecek gayet mantıklı söz imiş gibi geldi. sonra yine değişti düşüncem, öyle olmaması ağır basıyor şuanda. hayır eşcinsel ya da biseksüel değilse neden bakar ki insan? bi olur iki olur, on beşinci sefer de bakmaz dimi?

karamsar bir havadayım şuanda blog, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. yarın pazartesi, okula gelecek mi bilmiyorm. gelecekse bile nasıl davranacağımı bilmiyorum, insanlarla hiç yotkan arkadaş olma taraftarıyım, öyle olmayabilir, beni sevmemiş olabilir ama umarım arkadaş olarak kalabiliriz... tanışmak da arkadaşlık adına atılan ilk adımdır değil mi?

evet ben kuran biriyim, hiçbir şey yaşanmadığı halde gördüğünüz üzere ne çok kuruyorum. şimdi size soruyorum, başınıza böyle bir olay gelse ne diye yorumlardınız, nasıl davranırdınız??

hayatta çeşit çeşit insan var...

öncelikle size taksim'deki zat'tan bahsetmek isterdim ama açım, daha kahvaltı bile etmedim o sebeplen onu sonraya saklıyorum. şimdiki yazzdıklarımsa son 10günde başıma gelen "ilginç" olaylar:D

öncelikle mecidiyeköyde yurduma yürümekteyim, şarkı tutturmuşum gidiyorum. ama benim belirli bir tarzım yoktur, ordan burdan şurdan, heryerden dinleyebilirim:)) neyse efendim arabesk günümdü sanırım, şarkıyı tam hatırlamasam da arabesk idi işte. "batsın bu dünya" tarzı bir şey işte:)) sesli sesli söylerken yanımdan iki adam geçecek idi, sesimi kıstım ama devam ediyorum hani. onlar duymuyorlar tabii. neyse onların da ağzında bir arabesk şarkı gidiyorlar, geçtik birbirimizi, arkamdayken biri diğerine "o rock söylüyor, biz arabesk, hayat böyle ağğbii" gibi bişeyler söyledi. tabii ben buna çok güldüm:D

ikincisi istasyonda oldu sayın blog okuyucuları. otobüsten indim, istasyona doğru yürümekteyim. gebze'de bu tip potansiyel insan çoktur, biri kaldırımda oturuyor diğeriyse ayakta etrafa bakınıyor. neyse gözleri ben gördü, ben yoluma devam ediyorum. kaldırımda oturan bakarken arkadaki fon müziği olarak: "alsak alsak bedavaya ne alsak, bonus-card. alsak alsak......" cingılını doğulu şiveyle söylüyordu. tabii ben buna da çok güldüm:D

üçüncüsü başımdan geçen bir şey değil ama eminim siz de gülersiniz:)) tuğba ekinci'nin son albümünün ilk 3 şarkısı sırayla şöyleymiş:
1-kondom
2-yoksa
3-vermem.
gel de gülme:D kadın daha ne desin? hah. çok komik ya, yolun ortasında gülünce garip karşılandık tabii ama buna da baya bi güldüm:D

dördüncüsü ise tuğba ekinci'nin ardından geldi. bülent ersoy'un da son albümünün adı ya da o albümdeki bir parçası da "dönmem bir daha" imiş. tuğba ekinci esprisinden sonra katıla katıla güldük yolun ortasında :D nerene dönüyorsun kadın? nereye kadar dönebilirsin hani?! :D

öyle işte efendim, bilmiyorum espri anlayışlarımız aynı mı ama ben bu dörtlüye o kadar güldüm ki anlatamam:D umarım güldürebilmişimdir bu pazar sabahında(?) :D yeni kalktım da, kusuruma bakmayın.. herkese hayırlı pazarlaar..:))

(dip not: eğer tuğba ekinci'nin vermem adlı şarkısını dinlemeyen varsa kaçırmasın derim. bence gayet hoş bir parça olmuş, sözlerine takılmadan dinleyin, altyapısı falan gayet hoş parçanın:)) )

15 Kasım 2009 Pazar

taksimdeki o zat. kim ki o?



evet blog, ben her sonbahar böyle olurum. bir aşk diye tuttururum ama etrafımda konuşabileceğim birini bulamadığımdan bu sene çok daha çetin geçiyor. peki bunda hayatıma dahil olmasını istediğim kişilerin payı yok mu? elbetteki var:) o olmasa başka birine sarabilirdim ama böylesi olamazdı tabii.

efenim öncelikle en başından başlayayım anlatmaya:) bir gün glaskas taksim meydanında arkadaşını beklemektedir ve canı sıkılmıştır. haliyle etrafındaki insanları kesmeye başlar ve yan tarafında aynı onun gibi, birini beklediği herhalinden belli olan birini görür. saçları hafif açılmış olsa da gençtir ve onca karizmatiktir de... kendinden kısa boyludur ama umursamaz bu durumu, boyun ne önemi var ki şu dünyada? neyse efendim, bir-iki bakış attıktan sonra çocuğun pas vermemesi üzerine kendini geriye çeker ve arkadaşını beklemeye devam eder. ne yapsın yani, o kdar bakmaya rağmen(abartı değil tabii ki, lütfen.) yine de bir tepki yoksa kimse kusura bakmasın, bakamaz hani.

tabii glaskas çocuğu çoktan unutmuştur, hetero olan birini, sadece bir kez gördüğü birini, neden hatırında tutsun ki? hah. işte o sebeple unutmuştur o da, ancak 30M'ye bindiği an o'nu görmüştür. daha önceden söylemiştim dimi unuttu diye? e hatırlamadı tabii önce, kimdi kimdi diye kendini yedi, nedendir sonra bir anda aklına geldi. bu taksimde baktığı çocuk değil midir? ama o gün bakmamıştır, şimdi mi bakacaktı sanki? demesine rağmen bi-iki bakış yine atar ancak umut olmadığını gördüğünde önüne döner, arkadaş ortamına dahil olur yeniden.

aradan uzuun zaman geçer ve bi bakar ki o da hazırlık fakültesinde bulunmakta. öncelikle şaşırır tabii glaskas, yanında krema ve gebze'den bir kimse vardır. hepisi aynı üniversiteyi kazanmıştırlar, onlarla sohbet ederken onun yanlarından geçmesine gülümser. ona mı ihtiyacı vardır sanki? hah. çocuk da bakmıştır ama, nedensiz bir biçimde...

gel zaman git zaman, uzun zaman görmediğim zat, geçen gün yemekhanede sıra beklerken karşısına çıkar ve deriin deriin bakar. sanki glaskas'ı gördüğüne şaşırmıştır o kişi, gözlerini ayırmadan bakar. glaskas ise arkada, sırada olan krema'ların yanına gitmektedir. çocuk arkasına dönüp bir kez daha bakar ama kaçamak bir bakıştır tabii bu, glaskas'ın yakaladığını görünce hemen arkadaşıyla sohbet etmeye devam eder ama gülerek tabii:)) onların yanında yemek yemeye ne kadar çabalasa da başaramaz tabii. her şeyde vardır bi hayır, böyle düşünür. neden sonra kremadan duyar ki çocuk onlar yer aranırken feci şekilde onları süzmüş. (benim arkadaşım pek çakaldır bu konularda:) )

ondan sonra görmediğim iki günlük ara bir uzun geldiki anlatamam dostlar. ben üçüncü kişi ağzından yazıyordum dimi? pardon:) neyse efendim, o zaman dilimi çok uzun gelmiştir glaskas'a. sabah krema'yla sınıfa çıkarkan bir de bakarlar ki önlerindedir. tabii ki takip etmeyi düşünürler ama vazgeçerler, çünkü çocuk alt kata inmiştir. olsun, bu da bir şeydir, yerini yurdunu bilmek glaskas'ı mutlu eder:))

yeniden iki gün geçmiştir ama glaskas alışmıştır bu büyük zaman dilimlerine. sonuçta 2900kişilik bir hazırlık binası, karşılaşamamak mümkündür. üniversiteye başladığından beri benimsediği yakın ancak 'homofobik' arkadaşını zorla alt kattan yürütmüştür, ancak sonuç negatiftir, aradığı kişiyi görememiştir. arkadaşı yemekhanede birine bakalım mı der, glaskas ise umutsuzca kabul eder. fakat yemekhanenin çıkış kapısından girerlerken(evet, çıkıştan girdik.) o'nu görür. ve o, öyle bakmıştır ki, öyle öyle bakmıştır kii... o derece bakmıştır yani. bunun üzerine glaskas ne yapar? tabii ki şapşal şapşal sırıtmaya başlar:)) başka ne gelir ki elden? yanındaki yakın ama 'homofobik' arkadaşının anlamsız bakışlarına maruz kalır ama bu önemli midir? tabii ki hayır. sonuçta onunla yine uzuun uzuun bakışabilmişlerdir, bundan daha büyük bir şey var mıdır? :))

şimdiyse pazartesi olup yeniden görebilmeyi beklemektedir glaskas, ptesi görebilecek midir bilinmez ama yine de ümitlidir bu konuda:) sonuçta ptesi günü 6saat dersleri vardır, bir zaman mutlaka görebilecektir.. ümit ya işte, naparsın:))

eğer bir gelişme olursa dostlar, glaskas mutlaka haberdar eder sizi:)) dua edin de olabilsin, olabilsin ki glaskas da mutlu olabilsin. şimdiden 'amin!' demek bir borç bilinir:))

(yazı epey uzun, farkındayım ancak umarım sıkmamışımdır sizi, bu olayı da paylaşmak istedim blög. kendine çok iyi bakasın e mi? umarım her şey güzel olur :)) )

13 Kasım 2009 Cuma

varlık içinde yokluk? yazık...

inanmazsın blog, artık internet ortamı çok sıkıyor beni. hani blogda olmasa yeminlen bir dakika duramam burada. hoş blogları da haftadan haftaya takip ettiğimden onca şeyi okumak da yormuyor değil. okuyabildiklerimi okuyorum:)

sanırım üniversitenin boşvermişliğine fazla kaptırdım kendimi, bugün "cumulative" snavımız vardı ve ben, saf ben, hasta ben, geç kalkıp, sınava da geç kalıp listening bölümünü kaçırdım. gitti mi sana 15puan. zaten hastayım, bence domız gribiyim ama feci üşütmüş de olabilirim, perş gecesi hiçbir şey yapamadım, haliyle sınav kötü geçti. peki buna üzüldüm mü? tabii hayır, niye üzüleyim ki çalışmadığım bir şeye? sonuçta çalışmamışım, yüksek almayı kim bekleyebilir ki?!

blog, çok canım sıkılıyor. emesen'i açmak bile istemiyorum, istiyorum ki böyle herkesle muhabbet etmeden birileriyle muhabbet edeyim. istiyorum ki problemlerimi dinleyebilecek birileri olsun ama beni anlayabilsin de. istiyorum ki uzaktaki dostlarımla küs olmayayım, kırgınlık olmasın aramızda. tribi ben attığım için bir şey yapamıyorum ama yapmam gereken bu mu, olması gereken bu mu onu bilmiyorum işte.. çok özledim hepinizi laan gerçek dostlarım!!

öyle ki varlık içinde yokluktayım şuanda, bir çok arkadaşım varken yanımda, hiçbiriyle bir bağım yokmuş gibi hissediyorum.. onları özlüyorum ama, düşün yanımdaki insanları özlüyorum, yine de bir şey yapmıyorum. sorun bende, biliyorum ama istemiyorum da. yalnız kalmak istiyorum, yapayalnız...

öyle büyük çelişkilerdeyim ki anlatamam sana blog, bir sonraki yazım şenşakrak olabilir, sakın şaşırma buna. çünkü sana almayı düşündüğüm converse'yi, taksim meydanında gördüğüm çocuğu, musıkide yarın dersim olmasına rağmen annemin yanına gelmemi anlatabilirim... bunlar beni mutlu eden şeyler ama çok büyük yalnızlık içerisindeyim. düşün annem yan odada, gidip sarılmak istiyorum ama dizi izliyor, ya dizisini bölersem, buna sebep olmamalıyım deyip yalnızlığa itiyorum kendimi. psikolojik sorunlarım olduğunu hep söylemişimdir, iyi bir psikoloğa gitmeyi de hep düşünmüşümdür ama korkarım ben. kendimle yüzleşmekten değil, bir başkasının bana beni göstermesinden korkarım, cahilce hemde.

bir gün sana cıvıl cıvıl yazılar da yazacağım, inan buna. ancak o gün bugün değil, hele bu yazı hiç değil. kendine çok iyi bak blog. sevgiyle kal...

30 Ekim 2009 Cuma

yoksa?

annem geçende televizyonu izliyomuş blog, astrolojiyle ilgili bi durummuş. isim ve burç analizi yapılıyormuş saba tümer'de. bana güle güle anlatıyodu bunu, dedim aradın mı ne bu mutluluk?:) "yok, senin adında koç burcu olan biri aradı zaten." dedi, yine güle güle:)) ee dedim, anlattı:

bugünü yaşayan ama gelecek hakkında hep bir 'acaba'sı olan biridir, hep geleceği düşünür, ne yapacağım ne edeceğim diye ama bu arada bugünü de yaşar, anın tadını çıkarır. gelecek olumlaması yaptığı an her şey çok daha güzel olacaktır.

demiş. yok artık dedim, tamam astrolojiye inanırım ben. sonuçta evrendeki bu düzen öylesine kurulmamıştır, anlayana çok güzel mesajlar var aralarda:) ama bu kadar da analiz edebilmesi şaşırtıcı geldi. yoksa bir yerlerde yazılı mı şifrelerimiz?

üniversiteye başlarken sadece ben vardım hayatımda, sadece ben. abim de istanbul'da okuyor benm ama başlayalı 4hafta oluyor, daha yeni gittim evine. düşün. öyle yani, sadece ben vardım ama bi yerden sonra çevrem genişlemeye başladı, birilerine bağlı yaşamaya başladım, haliyle bu beni 'ben'likten çıkarıp binebze 'biz'liğe taşıdı. gelecek kaygılarım da bununla birlikte başladı zaten. ay öyle davranırsam kırılır mı acaba, ay hayır desem bozulur mu acaba, derken yine fıttıracağım ben. yoksa çok mu düşünüyorum bu konu hakkında?

adların kişilere özel verildiğine inanırım ben. ali, veli, ayşe, fatma hiç farketmez. herkesin isminin veriliş nedeni var bence. 'berk' adında hiç çirkin çocuk görmedim mesela ben. hep farklı bir yanı olmuştur, insanı çeken bi yanı. beni gayet çekiyorlar şahsen :)) ya da çisem adında tipsiz bir kız. her ismin kendine göre bir özelliği var ve bu kişilerle bağlantılı. yoksa doğmadan önce mi belirlendi adlarımızı?

paranoya yapmada sınırım yoktur ama bence bugünküler gayet sıradan. daha komplike hale getirebilirdim ama uğraşmak istemedim. yoksa çok güzel kafamda kurarım ben, aklın almaz. yoksa paranoyak mıyım ben?

ayrıca çok pis djarum içme isteği var bende. olacak iş değil! ben ki yeşilaycı bi kişiliğim, alkol kullanmam, sigara desen dumanına tahamül edemem ama karanfilli sigara da neyin nesi? tamam severim karanfili, hoşuma gider ama hani antisigaracılık? nerde kaldı? yok yok, üniversite bozdu beni, anladım ben. fazla rahatlık harbiden de fazla geldi bana. az önce yarım dal içtim, diğer yarısını atmaya kıyamadım, paketin içine koydum kalanını, çünkü pahalı bi sigara. hayır sigara değil o, djarum. sigara deyince kötü oluyorum, kendime ihanet ediyorum gibi geliyo. şimdiyse kalan yarısını içmek istiyorum, yoksa tiryaki mi oluyorum?

25 Ekim 2009 Pazar

artık yazsam diyorum?

ahh blog, çook uzun zaman oldu görüşmeyeli biliyorum ama elimde değildi. geçen haftasonu gelmedim ben eve, haliyle yazabileceğim bir ortam da oluşmadı.. dün akşam geldi ama sor bi bana blogları inceleyebildin mi diye? sana hayır derim, öylece kalırım. devamı yok çünkü, neden? beynim durdu yine benm, melankoliye bağlayıp şarkı taraması yapıyorum ama en uygununu hala daha bulamıyorum.. cem adrian-yağmur şuan dinlediğim parça, neden bu olmasın ki?

kaç gündür koşuşturduğum bi hayatım vardı blog, oradan oraya. musıki'm var ama param yok, salı günü para bulana kadar canım çıktı. neler çektim ben, anlatamam:D öğrencilik hayatının güzel yanlarından biri bu sanırım, yani güzel mi bilemem ama hoş olduğu kesin:)) arkadaşımdan borç almıştım, para gönderecekler ya. niye güvenirsin ki? sonra onda da para bitti, o diğerine borçlandı ve haliyle ben mahçup oldum. düşünün halimi! neyse ki sonunda babam yolladı da rahatladım, yoksa yanmıştım cidden:(

hani dedim ya, geziyorum tozuyorum diye. eve gelip hiçbir şey yapmamak çok koydu, net bile sıkıcı geldi inanır mısın? facebook zaten mallamış. nedir bu yenileme çabası? ne saçma, neyse. blogları inceleyemedim dedim ya, anca biseksüel'e bakabildim azıcık, o da hani ahmetle ne olmuş diye. okuyunca mutlu oldum, ancak bana kalırsa biseksüel'in paylaşmayan ruh halinden bir an önce kurtulması gerek, ben eski yazılarını özledim açıkçası:)

iyice günlüğe çevirip quiz notumu falan söyleyecektim, aman dedim napıyosun:D harbiden napıyorum ben? bol bol para harcıyorum ama harcamamam gerekenlerden yiyorum. bugün yiyeceksin tamam, yarın? annem şey dedi: "bugün o paralar biterse yarın ayaklarını yersin olur biter." haklı kadın kendince:D tatlı olur mu dersiniz el-ayak tadı? dişimin kovuğunu doldurmaz ki aralardaki etler, istemem.

bir de çok yorgunum ben, yarın yine sabahlayalım diyorlar, olacak iş mi? hayır dünden razıyım gitmeye ama yine de rahatça uyumayı yeğlerim. gece saat 01.15 olmuş, bunlardan bahsettikçe mayıştım:) banyo yapmam gerek ama yarına sarktı artık, naparsın. pis pis kokmaya devam edicem, ne kadar pis kokabilirsem artık...

aslında diyorum ya, her gün yazma imkanım olsa mutlaka bi bu kadar yazarım her gün ama yaşadıklarımı unutyorum ben, ya da şuan çok yorgunum ondan bu haldeyim... bağışlayın beni, mutlaka daha düzgün bir yazı yazmaya gayret göstericem! yazmalıyım da zaten:) ancak şuan uyku hali okadar tatlı geliyor ki anlatamam:) haydi kendine iyi bakasın blog, soranlara benden selam olsun! haydi kal sağlıcakla...

12 Ekim 2009 Pazartesi

gecenin bir vakti ne işin var kütüphanede?

sevgili blogcuum,

şuan gecenin 5.49'u ve ben hala daha üniversitemin kütüphanesindeyim. az önce dışardaydık ve birbirimizi tırstırırken aslında kendimiz tırstık. olaylar çok karışık blog, hepsini sırasıyla anlatacağım...



öncelikle çok yorgunum şuanda, haftada 3saat devamsızlık hakkım varken yarın derslere girmeyerek 2haftanın devamsızlığını kullanmış olacağım, düşün halimi. onun haricinde kütüphanede de internetli bilgisayarların bulunması benm için büyük mucize, belirtmeden geçemeyeceğim!



başlıyorum artık, uzun bir yazıya hazır olun:) ancak bu yorgunlukla nereye kadar yazabilirim hiç bilmiyorum ya neyse.. üniversitemin 2.haftası gayet iyi geçti, sınıfça kaynaşmaya çalıştık ama bir yere kadar tabii.. daha dur ama dimi? sonuçta kaç gündür tanışıyoruz? ama yok, hadi bişeyler yapalım havasındaydık hepimiz, haliyle sonuç fiyasko oldu. rezil rüsva olduk ama yine de eğlendik. ilk çabamız çarşamba günüydü ancak perş ve cuma günü de gayet gezdik hani. sorsan perş günü naptınız diye, bilmiyorum yanıtını alrsın, orası ayrı blog.

üniversitem çok şükür iyi yani, arkadaşlarım da iyiler. yurdun en iyi odasında mı kalıyorum ne? yani göreceli tabii, Allah'ıma yine yüzbinlerce şükürler olsun. cidden müthişler. onun haricinde ben Üsküdar Musıki Cemiyeti'ne kabul edildim blog! hem de çok enteresan olaylar yaşayarak. aslında her gün yazabilsem hepsi uzun uzun sürer ama bunu okadar da uzatmamayı planlıyorum, bakalım:) öyle işte, sınava almıyorlardı beni ctesi günü, ben de manga'nın solisti Ferman Bey'le sınava girdim. istanbul cidden çok garip bir şehir ya!! :)) salı günü yine dersim var, bakalım hayırlısı:))

ctesi sınava gidip bir de üstüne kabul edildiğim gibi derse girince haliyle eve geç gittim. 22sularında anca eve vardım ki düşün pazar günü 5te evden çıktım. ödevim vardı, peki yapabildim mi? hayır. şeker'in yanına tam zamanında gidebildim mi? yine hayır. ancak bu akşam "tanışarock" diye bir organizasyona katıldık. kurban söyledi, penasını fırlattı, ayağımın dibine düştü falan, güzeldi yanii:)) ayrıca özge fışkın'da cidden iyi bir ses, yalnızca daha çok duyulmaya ihtiyacı var, daha fazla albüm çıkarmalı. tavsiye ederim şarkılarını, melankoliye gayet uygundur:)

işte konserden çıktık napalım napalım derken hadi ana kampüse gidelim, sabahlayalım teklifi geldi, kabul edildi ve gidildi. düşün halimizi, kütüphane olmasa var ya yarına kesin verem olmuştum ben, çok soğuk burası!! ancak sıcak ve huzurlu kütüphanede şuanda herkes uyurken ben şakır şakır klavye sesi çıkarmaktayım. garip kaçıyor tabii ama çok içimden geldi ne yapayım.

saat şuan 6.05 ve az önce dedim ya, birbirimizi korkutuyorduk ama işin garibi söylediklerimize de inanıyoduk. o derece:)) her nereye bakıyosam hareket eden şeyler gördüm, acayip tırstım açıkçası:D bir de arabalar gelip geçti yanımızdan, Allah muhafaza!!

öyle yani blog, ister renkli bir hayatın var de, istersen boşu boşuna harcıyorsun hayatını, git daha yararlı işler yap de ama benm hayatım şuan bunlardan ibaret. bilmiyorum gelecek zaman ne gösterir ama halimden memnunum gayette.. çok şükür! öpüyorum seni blog, biliyorum uzun bir yazı oldu ama kusura bakma, uzun zamandır yazmadım ve çok feci yazmak geldi içimden:)) kendine çok iyi bakasın, esen kalasın blog.

4 Ekim 2009 Pazar

yolculuk vaktidir, yeniden.

blogcuum, gidiyorum ben. yine bir yolculuk söz konusu, yurda gidicem.. caanım yurduma! ilk haftadan ödev mi verilirmiş? ancak hazırlıksan worksheetleri dayarlar işte, naparsın. şimdilik kolaylardayız, C kuru ya. "ey bi si di..." ile başladık, düşün halimi.. dedim ya kolay yani:D

öncelikle kitapları alacağım, çarşıya inip arkadaşın kitaplarını talan edip parasını takdim edeceğim:D malum bu işler böyle yürüyor. akmar'a gidip korsan kitap alacağım, olacak iş değil. ben ki korsan karşıtı biri kimseyimdir ama orjinaline 210 lira vermektense 85liraya kitaplara sahip olmak daha mantıklı. kusura bakmasınlar, o kadar da zengin değiliz!:))

hepinize kucak dolusu sevgiler canlarım, hep belirtiyorum, çok farklı bir ortam burası. sevdim yani ne bileyim, hepiniz candan insanlarsınız:)) haydi gittim ben, istediğiniz bir şey var mı oralardan?:))

not: noneless, eğer ceyhun yılmaz'ın kitaplarından bulabilirsem alacağım, sana da ulaşıp yollayacağım o kitapları! :))

3 Ekim 2009 Cumartesi

dayanamama hali...

dayanamadım desem? halbuki yayınlayalı 5dakika bile olmadı ama anlatacaklarım çok var daha. ondan yazıyorum bu yazıyı:))

öncelikle çok yürüdüm kısmını açmak istiyorum, ana kampüs çok büyük! otomasyondan öğrenci belgesi alacağım diye canım çıktı. öncelikle sıra aldım, sonra ptt aramaya başladım, ordan burs başvurusu yaptım. sonra bir daha koştura koştura otomasyona geldim ancak ne ters gitti dersin? numara aldığım kağıtları kaybetmişim, ücretsiz hakkım olan kağıtları. şaka gibiydi. neyse ki ordaki abi, kardeş, çocuk, yakışıklı çocuk(!) yardım etti de alabildim belgelerimi.. Allah ondan razı olsun:))

onun dışında evet çok yürüyoruz, teleferik çalışmıyor! bütün parkı yürüyerek geçmek, merdivenleri inip çıkmak nasıl azap veriyor biliyor musun? aman Allah'ım! beşiktaş'a yürümekten daha fena, inan. aşkı memnu'nun bir kısmının çekildiği sokaklarda yürüyorum, ünlü insanlarla karşılaşıyorum nişantaşı'nda. cidden çok farklı bir hayatım olmaya başladı:))

sonra dönüşte hasanpaşa'dan belki akbil işini halledebiliriz dedik ama numara dolmuş. 1000numara hakkı varmış bir günde, onun haricinde vermiyorlarmış, hem mantuklu hem saçma, neyse. ordan çıkarken tam eve dönücez zuz'la, benm canım waffle çekti:D ne yapayım, istemek suç mu? hem ramazandan çıkmışız okadar, hak yahu bu. bindik otobüse, gittik bambiye. bir güzel waffle yedik kadıköyde:)) soğuktu ama ses bile çıkarmadım, düşün en çok özlemişim ben waffle'ı! hoş ortaköy'e gidebilirdim ama 8lira vermekte çok be öğrenci bütçesine. nereye veriyorsun da yiyosun? hah.

mecidiyeköy'den eve varmam 2saat falan. metrobüs, metrobüsten indiğim gibi de banliyöye biniyorum zaten. çok rahat oluyor işim. ancak fulya tarafından mecidiyeköye tırmanmak feci koyuyor insana! her gün 10-15 dakika bayır çıkıyorum, düşün halimi. hele hele akşamleyin yurdun yerini bulmam yarım saati buluyor. zaten karanlık, bulunduğum yer istanbul, yurdum sapa biyerde, tırsıyorum yahu:D

aklıma geldikçe yazacağım cancağızlarım, şimdilik bu kadar. yarın gidiyorum zaten, bunca yazmamı mazur görün:)) haydi kaçtım ben.

ben geldim!

selam blog, nasılsın? dönebildim sonunda evime, aslına bakarsan dün döndüm fakat anca bugün yazabildim.. bilmiyorum çok yorgundum dün, ondan sanırım. istanbul çok yorucu blog, ölüyorum yürümekten! yürümezsen de öğrenci akbilin olmadığı için öyle bir para gidiyor ki yola hayretler içinde kalırsın. bir an önce şu akbil işini halletmeliyim ben..

onun haricinde çok şükür mutluyum hayatımdan:) 6kişilik odada kalacak olsam bile yurdum ferah hani, o açıdan bir sıkıntı yok. +5erkekle birlikte kalmak zor olsa da alışacağım, başka çarem yok sanırım... zaten hafta boyunca akşam yemeği vermedikleri için de bütün yemekleri dışarda yedim, böyle giderse parasızlıktan ölürüm ben. feci para gidiyor ya, her şey para! çok feci durumdayım anlayacağın...

C kurunda olmam biraz da işime geldi, çünkü B kurunun cuma günü tatil. ancak Üsküdar Musıki Cemiyetine ilk adımımı attım ben:) ve ctesi günü 1den 7ye kadar dersim var, cuma günün tatil olduğunu düşünsene? çok kötü olurdu benim açımdan. belki de iyi olurdu ama memnunum halimden ya:))

ilk defa ayrıldım ya evden, geldiğimde kapıda karşıladılar direk. ediyle büdü kalmışlardı evde, biri gelince mutlu oluyorlar artık:D güzel güzel yemekler yapıldı, yarının yemeğiyse şimdiden yapılıyor, neden? yarın yanımızda götüreceğiz yemekleri:)) anne yemeği ya, özlemeyelim diye. halbuki iki saatlik mesafe ama özledim ben annemi babamı biliyor musun blog? ilk defa evden ayrılıyorum işte, naparsın.

öyle yani, mutlu mesut götürüyorum hayatımı, hala daha karamsarlığım mevcut ama dağılır umarım. ilk hafta hiç yurda girmemenin verdiği rahatlık vardı, ya akşam yemekleri verilmeye başlanınca?? olmayacak böylesi.. sonra sıkılmaca başlayacak, yeni aktiviteler bulunacak. bir süre onlarla idare edeceğiz falan filan:)

bir haftada neler neler olmuş, abim de evde olduğundan okuyamadım pek. şimdi olara göz atacağım, kendinize çok iyi bakınız efendim.

görüşmek üzere! :))

28 Eylül 2009 Pazartesi

bu bir veda yazısı değil ki...

gecenin saat 3buçuğu fakat ben hala ayaktayım blog. sonunda toparlayabildim bavulumu, birazdan da yatacağım. sabah 7.10da kalkış var, düşün halimi.. 8buçukta otobüse bineceğiz, sonrasında da ver elini istanbul...

yurt kaydında da bir şey çıkar blog, ben biliyorum. orda da bir cinslik çıkaracaklar bana ya, hadi hayırlısı! umarım eksik belgem yoktur, çünkü bu sefer veliyi de zorunlu tutmuşlar. öh dedim ama! yurt kaydı için velinin ne alakası var yahu? adamlar alaka kurmuşlar sanırım, sinir oldum. hoş anneme de gün doğdu ya neyse, sonuçta istanbulda gezecek hiç yoktan. farklı bir hava almış olacak:)

yarın oryantasyon var blog, hani ben C kurundayım ya. beni bilgilendireceklermiş. Allah razı olsun, kendileri çok düşüncelidirler bu konuda.. gitmeden garezim var benim, umarım gidince değişir.. üniversiteye kabul edileli daha bir buçuk ay bile olmadı ama son bir ayda yaşadıklarım cidden beni çileden çıkarmaya yetti de arttı bile...

neyse blog, sakinim bugün. öyle olmalıyım hiç değilse... çünkü gidiyorum artık ben, yeni bir hayat beni bekliyor, biliyorum. ancak nasıl olacağını bilmemek canımı sıkıyor ama öğretecekler ipe ipe, başka şansım var mı ki? akşamüstünden beri Ajda Pekkan dinliyorum youtube'den. onu da 2şarkısını döndüre döndüre dinliyorum, neden? kotam doldu. bu ay harbiden yüklüce gelecek ama olsun. ilk defa gidiyorum evden, özlemekten çok sinir olurlar işte fena mı:)

uzatmayacağım blog, gidiyorum artık ben ancak umarım öyle temelli gidenlerden olmam. çünkü her hafta sonu eve gelme şansım var benim, ki bu güzel bir şey:) o yüzden veda etmeyeceğim sana, sadece biraz gecikmeli olarak ulaşacağım ancak ziyanı yok. ben beklerim:)

bu arada yurtta can sıkıntısını yenebilmem için bana kitap önerir misiniz? içerikli kitaplar olsun, sürükleyici olsun, ne bileyim olsun bir şeyler işte ama en önemlisi sizde iz bırakmış olsun. haftaya geldiğimde okurum artık yorumlarınızı, kendinize iyi bakın efendim.:) son olarak yazımı oya başar repliğiyle bitiriyorum:

"beni özleyin anacım, baaaayyyy..." :)) sağlıcakla kalınız...

26 Eylül 2009 Cumartesi

başlıksız.

blog? farkında mısın, her yazım farklı farklı izler taşıyor, hepsi kendi içinde paragraf paragraf ayrılıyor. bunun sebebi bence iç karışıklığım, başka bir sebebi olabilir mi ki? sanmıyorum...

bu sabah feci baş ağrısıyla uyandım blog, saat 12buçukta kalktım, düşün. hazırlık okurken de bu kadar uyuyabilecek miyim? hiç sanmıyorum. onun haricinde gün cidden feci başladı. hazırlık kur sonuçları açıklanmış ve C kurundayım! ben ki proficiency sınavından 40 aldım ancak kolay olan düzey belirleme sınavından 55 alamadım. hayatın bana oynadığı bir oyun, bir tür şaka olarak yorumladım bunu.

hep böyle olmuştur zaten blog, ne zaman geleceğimle ilgili somut planlar kursam ve her şeyi kafamda yerli yerine oturtsam hayat bir güzel silkeler beni. şimdi olan da bundan farklı değil.. benim amacım hiç değilse B kurunda olup hem Üsküdar Musiki Cemiyetine gitmek hem de yarım dönemde hazırlığı bitirip üstten ders almaktı. ancak hangisi olabilecek? hiç birisi...

benim hayatımda hep ters giden bir şeyler olur blog, ben ne kadar kontrolü elime almaya çalışırsam o kadar dağılır hayatım. bu hep böyle olmuştur ama bende de suç var, ne diye bildiğin halde ipleri eline almaya çabalarsın ki?? yok ama yok, akıllanmaz insanoğlu.. hep kontrol bende olsun isterim,yanılırım.

yarın gidecektim ben aslında blog ama ilkokul öğretmenimi henüz göremedim. o da yarın gelecek imiş, öylece kaldı yani. hem sence de saçma değil mi, üniversitenin açıldığı gün yurt kaydının başlaması. peki dersleri 14ünde başlayanlar ne yapacaklar? kimse bunu düşünmüyor işte.. bir de kayıt için veliyi de zorunlu tutmuşlar, Allah'ım kaç yaşındayız biz? saçma saçma uygulamalar işte..

öyle yani blog, evdeki son günlerimi geçirmeye uğraşıyorum. daha henüz bavul hazırlama namına bir şey yapmadıysam da şu andan itibaren başlarım eminim. zaten kaç günüm kaldı ki? gidiyorum artık blog, elveda demeye az kaldı... çok iyi bak kendine.

25 Eylül 2009 Cuma

gideceğim, gidicem, gitçem.

offf, off ki ne off blog. kaç gündür yazamadım, elim bir türlü gitmedi yazmaya çünkü.. nedendir bilinmez, yine sıkıntı bastı bana. her zamanki gibi.

gideceğim artık blog ben, evimden uzaklaşacağım. yuvamdan ayrılıp bambaşka bir insan olacağm ben, istesem de istemesem de değişeceğim. hayat beni zorla değiştirecek, biliyorum. ancak değişime hazırım da sanırım, zaten çok uzun zamandır aynı "ben"de değil miydim ben? yenilerini görmek hoş olacak sanırım, başka ne "ben"ler yaratılabilir acep...

bugün şaşırtıcı bir şey oldu blog, ece aradı. kendisi izmir'den arkadaşım, hiç bi zaman çok samimi olamadık biz, ancak aramızda da farklı durumlar mevcut idi. hissediyordum. tamam kimisinden hoşlanırım ben, kabul ediyorum, ama bu hoşlantının tanımını yapamıyorum. çeken şeyin cinsellik olmadığını bildiğimden de hep geri plana itiyorum, bir şeyler olmama sebebi bu sanırım. evet, öyle olmalı.

ayrıca bugün muhteşem üçlü olarak buluşacaktık blog, dün buluştuk ancak bugün tam veda edecektik birbirimize. öyle kararlaştırmıştık, oyüzden vedalaşamadık bile düzgünce. ve evet, gidiyoruz blog, ayrılıyoruz artık biz. krema gidiyor uzaklara, kendi yolunu çizmeye... şekerse her zaman gidecekmiş gibi bakınıyor etrafına ama yine de hayat mücadelesinden düşmemek için tutunuyor etrafına... ve bendeniz kahveyse(kahve çekirdeğini hatırlayın, hep yakın fotoğrafları ince uzundur.) ne idüğü belirsiz yollara gidiyorum, önümde sanki sis bulutu var da geleceğimi göremiyorum, bugünüyse hiç yaşayamıyorum zaten. Allah yardımcımız olsun...

öyle yani blog, gidişi kavradığım zaman dündü aslında. dün nevresim takımı, yorgan, yastık aldık yurt için. o an anladım ki ben gidiyorum ve sıkıntı bastı işte, nereye gidiyorum, kimlerle kalacağım gibi sorularla boğuşuyorum dünden beri... ancak hiç gitmeyecekmiş gibi de rahatım, daha bavul hazırlama namına bir adım dahi atmadım, elim gitmedi çünkü. bilemiyorum artık neler olacak, "hakkımızda hayırlısı"...

ve bir şey öğrendim blog, merkür 7 eylülden beri geri gidiyormuş ve 29undaysa bitecekmiş. bilmem sen ne düşünürsün astroloji hakkında ama ben hep bir anlam aradığımdan inanırım o tip şeylere.. gezegenlerin dönüşünde de vardır bir keramet derim:) son bir aydaki içime kapanıklığımı düşünüyorum da feci durumdaydım.. anladım ki merkür geri gidiyor ve gördüm ki yakında bitecek. hoş değil mi sence de? :) her şeye rağmen insanın kendini kandırması kolay, ama öylee ama böylee... :))

http://www.yorumcu.com/astroloji/merkur2009.asp adresindeki son paragrafı buraya kopyalayamadım. şöyle bir düşünün bakalım, sizin son bir ayınız nasıl geçti? siz de hep geçmişi sorgulayıp kendinizde hata buldunuz mu? yine, yeni, "yeniden" bir şeyleri gözden geçirdiniz mi?

23 Eylül 2009 Çarşamba

blog?

çok yoruldum bugün blog, istanbul'un altını üstüne getirdik desem yalan olmaz hani. bostancı, taksim, tünel, tekrar taksim, taşkışla, maçka, beşiktaş ve en nihayetinde yeniden kadıköy. sen düşün artık halimi... ayrıca bilmiyorsun, dizim ağrıyor benim. hele de böyle çok yürüdüğüm zamanlarda, ayağımı kımıldatamıyordum az önce. şimdi biraz daha iyiceneyim..:)

peki istanbul'a neden gittim blog? bir kaç işim vardı, sağlık karnesi yenilenecek idi, yurt için belediyeye uğranacak idi ama herhangi birini becerebildim mi? tabii ki hayır blog, olacak iş mi. ben ki kayda gittiğinde "diploma"sını unutan bir bireyim, bu gibi şeyler gayet normal yani! :D onun yerine bokucukcuk'un(evet, böyle hitap ediyoruz birbirimize..) lazım gelen şeylerini aldık, yanımıza da gezmemiz kâr kaldı :)) o da sonuçta ankara'ya gidecek, azcık gezmek hakkımız sanıyorum ki:)

öyle yani blog, bugün keyfim yerinde. beyoğlu çikolatamı da yedim bir güzel. (canın çekmez umarım..) dedim ya, azıcık insan içine çıkmak beni kendime getiriyor fakat bu melankolikten çıkacağım anlamına gelir mi? bittabii hayır, aksine dünkü "cem adrian-yağmur" hala daha dilimde, hoş şimdi "sertab erener-aşk" da ağzıma takılmadı değil. sıra sıra söylerim artık.. ne yapayım, mutlaka bir melodi olacak dilimde, yoksa olmuyor. hayat boşmuş gibime geliyor...

bugün farkettim de blog, ben 5(beş) güne kadar evden uçuup gidiyorum, belki de bir daha hiç bu kadar uzun süre kalmamak üzere. hoş ben istemiyorum şahsen büyüdüğüm şehirde yaşamayı, ama kader bu ya, eminim ömrüm burda geçecektir. büyük konuştum mu genelde başıma gelir de! neyse, ne diyordum? evet, gidiyorum artık blog. hem de gerçekten bilinmezliğe... yurt ayarladım fakat tel numarasına bile anca ulaşabildim, düşün halimi. ismimin olduğunu teyit ettireyim dediğimde de geç kalmışım, mesai süresi dolmuş, yarın aramamı söylediler. ümitsiz vak'ayım ben blog. kadersizim cidden.

yine uzattıkça uzattım sanırım blog, seni sıktıysam affola! şimdi gitme vaktidir, haydi kal sağlıcakla!

22 Eylül 2009 Salı

bir garip ruh hali.

yazamıyorum kaç gündür blog, elimin klavyeye gitmemesini geçtim, bu daha da çok evdeki ruh halinden kaynaklı. bayram vesilesiyle dolup taştı ev, misafirlerden ziyade abimler geldiler eve. ilk gün mutlu oldum fakat ortanca abimle kavga etmemiz bütün bayram havasını aldı götürdü benden. biz öyle az buz kavga etmeyiz, kavga edip de abi-kardeş olarak bir buçuk sene konuşmamışlığımız mevcut, gerçekten. sorun ben de mi? ona pek emin değilim fakat çok kızdığım doğru. yaptığının yanlış olduğunu anlaması için konuşmamak gerekiyorsa hiç çekinmeden devam ettiririm hayatımı.. ancak hatasını anlayıp o adım attı mı bende yelkenler suya iner ama soracak olursunuz belki, sen neden adım atmıyorsun diye. hatalı olan o, hatasını kabul etmeyen o, e ben adım atarsam ekmeğine yağ sürmek, egosunu daha da tatmin etmek olmaz mı bu? işte o sebeple susuyorum, yokmuş gibi davranıyorum. yokmuş gibi...

onun dışında sorumlu hissettiğimden sanırım, annemlerle bütün ziyaretlere gittim sayılır. akraba kavramı önemlidir, mübarek günlerde aranıp hal hatır sorulur, sorulmalıdır.. ancak genç nesil olarak ne kadar yerine getirdiğimiz de muammadır. haksız mıyım? ben de yaptım, aynı mesajı listemdeki herkese yolladım. peki kişilerin ne özelliği kaldı burda? hepsine farklı farklı yazmak varken aynı mesajı yollamak canımı sıktı. neyse bir bayramı daha atlattık, sanki badire atlatıyoruz. kelime seçimlerimi sevmiyorum kimi zaman...

öyle yani blog, kendi kendine konuşmak böyle bir şey işte. aslında takip edenlerden ikisi yakınım olan kişiler, toplamda kaç kişi var peki? 3. komik :) peki dert edindiğim şey ne? problemlerimi onlarla paylaşmadığım halde buraya yazarak zaten paylaşmış olmuyor muyum? blog adresimi biliyorlarsa da söz hakkı doğuyor. siz blog insanları, düşüncelerinizi iletmekten çekinmeyin olur mu? yoksa fazlasıyla içimde bu sıkıntılardan mevcut, paylaşmasam da olur yani.. neden bu haldeyim acaba? bahar dönüşümü deyip işin içinden sıyrılsam mı dersiniz?

20 Eylül 2009 Pazar



bayramların yeri çok başkadır bende, ancak şimdilerde sorguluyorum kendimi. acaba eskiden daha mı coşkuluydum bayram konusunda ya da bana mı öyle geliyor?

eskilerin tadı cidden başka oluyor ama unutmamak lazım ki yarın da bugünümüze böyle bakacağız. :)

hepinize iyi bayramlar!

19 Eylül 2009 Cumartesi

yeni bir hayat mümkün

blog, hayat çok karmaşık geliyor şu sıralar bana. nedendir bilinmez ama hayatla boğuşacak gücüm kalmamış gibime geliyor, halbuki daha kaç yaşındayım ki? 19 bitti ve 20den gün alıyorum günbegün.. şöyle baktığımda çok büyüdüğümü hissediyorum, ne gerek vardı ki bu kadar çabuk büyümeye? güzel değil miydiçocukluk günlerimiz, sorumluluklarımızın pek de olmadığı günler..

blog, bi zaman sonra bloga baktıkça gülücem, eminim buna. çünkü ben bu değilim, ben blogumun adını da melankolika koymazdım, bu ruh halinin içinde öyle çok sık bulunmam. yalnızca dolunay zamanlarına denk geldiğinde azan bir durum kendisi, nedenini hiç çözemedim... ama biliyorum ki geçecek bu ruh halim, yine eski şenşakrak 'ben' olacağım ama ne zaman? o zamanı beklemek ölüm gibi geliyor..

blog,yenibir hayat mümkün biliyor musun? önümdeki fırsatları değerlendirmek mümkün, hayatın elimden akıp gitmesini önlemek mümkün. yeni bir hayata başlamıyormuyum zaten? yeni insanlarla tanışmayacak mıyım? onların davranışlarını irdelemeyecek miyim? bittabii kendime yeni bir kimlik yaratabilirim, eskinin üstüne bir şeyler katarak tabii ama zamanım yok gibime geliyor ve aslında olan küçücük zamanı da yitiriyorum... ancak neden çabalamıyorum ki?

blog, sanırım anladım ben.. az önce melankolihaline girebilmek için candan erçetin-teoman düeti 'kim?'i dinledim ardınaysa pitbulldan 'i know you want me'yi dinledim (evet anında değişebilen birruh haline sahibim.) ve farkettim ki ben geçmişimden kopmak istemiyorum. aslında yenibir hayata zaten hazırım ama geçmişi ardımda bırakacağıma üzülmekteyim. geçen sene üniversiteye gitmeme sebeplerimden biriydi, geçmişinden kopmak istememek. şimdi daha iyi anlıyorum ama..

blog, sanırım çok uzattım ama okumak zor gelen okumasın mümkünse, ben geçmişimden kopmadan da yaşayabileceğimin farkına vardım ve bunu bana farkettirdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem az..:) yazının uzunluğundan dolayı artık son veriyorum ve ekliyorum da;

haydi kal sağlıcakla!

17 Eylül 2009 Perşembe

hayat akıp giderken...

ne kadar sıradışı bir başlık diğ mi? ama öyle...

şu sıralar kendimi fazlaca asosyal olarak nitelendirmekteyim, hani öyle arkadaşım olmadığından ya da başka bir şey olduğundan değil ama sanırım problem benimle alakalı. zor iş
yani, o kadar süre sadece facebookla düzeyli bir ilişki yürüttükten sonra insanların arasına karışınca insan garipsiyor. "kim bu, tanıyor muydum? yüzü yabancı değil aslında." falan diyor.. ama sorun ben de yani, ben bunun farkındayım!

bugünlerde kimseyle 2-3 saatten fazla takılamıyorum, asla yapmayacağım şekilde, offluyorum puffluyorum, karşımdaki de sanıyor sebebi o. tamam binebze onda da vardır suç ama bana istediği kadar konu açmaya çalışsa da ben bişekilde konuşmayı tıkamayı beceriyorum, her nasıl yapıyorsam. sonrasında da bekle ki bi muhabbet daha açılsın, yivrenç.

yani anlayacağın blog, kendi başıma yetemiyorum şu aralar ama yanımda da birini istemiyorum. konuşmak için sıkılıyorum, kasılıyorum, felaket oluyor. ha konuşmadan duramıyo muyum? bittabii duruyorum ama ozaman da kendimi sorguluyorum, "kimim ki ben? e susacaksan evde de susabilirdin" diyorum kendi kendime... ahh çok dertliyim blog, çook...

öyle yani blog, hayat akıp giderken ben onu tutamıyorum anlayacağın. akıyoor ve gidiyoor... bense öylece arkasından bakıp güle güle diyorum sanırım, emin bile değilim bir şey diyebildiğimden. umarım yurda başlamadan bir şeyler değişir de, normal halimle zaten ezik olan ben, daha da ezilmem...yoksa işler cidden fena.

16 Eylül 2009 Çarşamba

merhaba...

selam sana blog alemi,
herşeyin fazlaca düşünüldüğü, daha doğrusu fazlaca zaman harcandığı ama herhangi bir sonuca varılamadığı bir blogla karşınızdayım.
aslında güzel bir uygulama olduğunu düşündüğüm blogun bana nasıl bir etki yapacağını henüz kestirememiş olmakla birlikte yazmaya başladım işte efendim.
ilk yazımı uzatmadan bitirerek hepinize hayırlı günler diliyorum...
saolunuz,
varolunuz.